Cuma dersi:
[Risâlet-i Ahmediye'ye Dairdir]
وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى
{وَ لَكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى مُحَمَّدٍ {ع.ص.م
Evet şu söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsaf-ı Muhammediyedir.
ON ÜÇÜNCÜ REŞHA:
Acaba bütün efâzıl-ı benî Âdemi arkasına alıp, arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden
şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor?
Bak, dinle: Saadet-i ebediye istiyor. Beka istiyor. Lika istiyor. Cennet istiyor.
Hem, merâyâ-yı mevcudatta ahkâmını ve cemallerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor.
Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi hesapsız o matlubun esbab-ı mucibesi olmasaydı, şu zâtın tek duası,
baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennetin binasına sebebiyet verecekti.
Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi.
Öyle de, onun ubudiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike
dedirten şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san'at ve misilsiz cemâl-i Rububiyet, hiç böyle bir çirkinliği,
böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki, en cüz'î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifa etsin;
en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ!. Yüz bin defa hâşâ!
Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.
Yahu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz.
Yoksa, yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yine o zâtın garaib-i icraatını ve acaib-i vezâifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temâşâsında doyamayız.
Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız.
Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları feyizle çiçek açmışlar;
Ebû Hanife, Şâfiî, Ebû Bayezid-i Bistâmî, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.
Meşhudâtımızın tafsilâtını başka vakte tâlik edip, o muciznümâ ve hidayet-edâya, bir kısım kat'î mucizâtına işaret eden bir salâvat getirmeliyiz.
عَلٰى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْفُرْقَانُ الْحَكِيمُ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ مِنَ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ بِعَدَدِ
حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ
" Rahmânü'r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed'e,
ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun.
Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur'da müjdelenen;
nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen;
bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed'e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun.
Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen ini verdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı,
bir ölçek taamıyla yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı,
onun hürmetine Allah'ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu,
Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mucize-i kübrâ da ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed'e,
Kur'ân'ın bidâyet-i nüzulünden zamanın nihayetine kadar onu okuyan her bir okuyucunun okuduğu her bir kelimenin temevvücât-ı havâiye aynalarında
Rahmân'ın izniyle temessül eden bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun.
Bütün bu salâvatlardan her biri hürmetine bizi mağfiret et, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin. "
(mektubat)